vincent !!

konuşuyorum

Sevgi Tarafından Aşk Hakkında


İnsanların cinsel/romantik yönelimlerini keşfetme süreçlerini aktaran yazıları okurken “Zaten içten içe biliyordum” ya da “Arkadaşlarım karşı cinse ilgi duymaya başladıkça, ben o çekimi hemcinsim için hissediyordum” tarzı ibarelere fazlasıyla denk geldim. Bu deneyim aktarımlarını okumayı önemli bulsam ve hoşuma gitse de hiçbir zaman da kendi deneyimlerime yakın bulamadım. Ben, herkes aşk ve cinsel çekim üzerine şaka yapıyor zannediyordum. Ya da hep beraber toptan abartıyor ve romantize ediyoruz gibi düşünüp hareket ediyordum. Sanırsam bu yüzden de tam olarak asla neden sevgilim olması gerektiğini de anlayamadım. Soyut ve mecaz benim için hep bir bilinmezlik iken aşk gibi tam aslında ne olduğunu kimsenin bilmediği bir duygu için de böyle olması çok ilginç değil aslında.

Yazı boyunca aşk dediğim her yerde romantik sevgi olarak alabilirsiniz. Bu yazı bunun hakkında. Aşk nedir? Ergenliğin başlarında sınıf arkadaşlarım birbirlerine karşı “çekim” hissetmeye başlamalarıyla “sevgili olma” fikri yavaş yavaş kafalarına oturmaya başladı. Buna bağlı olarak okuldan çıkışlarda benimle arkadaş olmaya katlanan bir avuç insanla beraber yürürken bana kimden hoşlandığımı sorarlardı. Sorunun cevabını “kimse” verince beğenmezlerdi, onlardan neden sakladığımı ve arkadaş olduğumuzu söylerlerdi. Yani belli ki sorunun cevabı “kimse” olamıyor. Ben de, bana sorulan diğer zamanlarda benden önce konuşan kişinin cevabını genelde ortaya atardım. Çoğu zaman işe yarardı, bazen de asla vermek istemediğim oyuncuktan tartışmalara maruz kalırdım. Biraz büyüdükten sonra bir gün bir akrabam şakayla karışık “Evlenince görürsün” dediğini hatırlıyorum. Cevap olarak “Evlenmeyeceğim ki” demiştim. İlk seferde şaka alıp gülen çoğu kişi, başka zaman bir noktada ciddiyetimi anlayınca “Büyüyünce görürüz seni” demeye başladı. Demek ki evlilik bir zorunluluk, üzeri çizilmesi gereken bir yapılacaklar listesi maddesi. Bunlara rağmen evlenmeyen akrabalarım/büyüklerim vardı, neden bunun sorun olduğunu anlayamadım. Evlenmenin zorunlu olmadığı halde neden gerçekleştirmemenin bir sorun olduğunu anlayamadım.

Okuduğumuz tarihte insanlar birisini sevdi diye niye ülkeleri yakıp yıktı, neden yeminli düşmanlar sevgili oldu, neden evlenmemek aslında bir seçenek değil… Hiç birini anlayamadım. Anlamalı mıyım emin de değilim. Özellikle üniversiteye kadar aşk ve devamında gelen her şeyin biyolojik olduğunu düşünüyordum. Herkese de bunu anlatıyordum çünkü anlatırsam onlar da beni anlarlar ve hep beraber bu abartma işine artık bir son verebiliriz gibi bir düşüncem vardı. Tabiki de işe yaramadı.

Çekim ve sevginin biyolojik bir yanı olduğu doğru olsa da, tamamen biyolojik olmadıkları da doğru. Benim kafamda aşk iki parçadan oluşuyor : biyolojik sistemi ve sosyal yapısı. Biyolojik üzerine bu yazıda eğilmeyeceğim, belki başka zaman ama bu yazı sosyal kısmına yönelik.

Aşkın zamana bağlı olarak değişmesi ve aslında bulunduğu topluma uymasının yanı sıra kişiden kişiye de değişiyor. Bunu yönelim çeşitliliği olarak demiyorum, sadece tanım ve süreç olarak bile aşık olma herkes için farklıdır. Ama hepsi aşktır ve toplum aşkı her sevgiden üstte tutar.

Neden? Aşkı platonik sevgiden üstün yapan nedir?

Aşkın diğer sevgilerden öncelikli ve özel olduğu düşüncesi, bir kişiye ihtiyacımız olduğu ve onu bulunca hayatımızın tıkırında gideceği düşüncesi insanlık tarihi olarak çok yeni aslında. Ve buna “amatonormativity” deniyor. Herkesin bunu istememesi çok normal. Ayrıca aşkı diğer sevgilerden üstün yapan bir özellik teknik olarak yok. Bu toplumun amatonormatif düzeninden alınmış bir parça sadece. Hayatınızdaki “o” kişi bulmanıza gerek yok, evlenmenize veya bir partnerinizin olmasına gerek yok. Elbette herkes istediği zaman istediğiyle partner olabilmeli. Lakin kişi istemediğinde evlenmeme ve partner aramama hakkı olmalı. Kişi yine “o” hayatını değiştirecek partneri arama zorunluluğunda olmamalı, kişinin birisine aşık olmaması onu “sevgisiz” yapmamalı. Bu konuşmanın deneyim olarak en çok altı çizilmesi gereken yeri bu belkide. Aşık olmuyor olmak bir eksiklik olmamalı. Şahsen benim verecek bir sürü sevgim var aralarında romantik sevgi olmaması beni sevgisiz yapmamalı.

Yine aynı şekilde ; aşk diğer sevgilerden neden üstün alınmalı ki? Neden arkadaşlar sevgililer kadar önemli olamaz? İnsanların tamamen tek eşli - ki değiller- ve orada bir yerde bir ruh eşleri olduğunu varsaysak dahil, neden aşkı diğer sevgilerden üstün tuttuğumuzu anlatmıyor. İnsanlar sosyal varlıklar ve tepedeki varsayımı devam ettirecek dahi olsak, bir anda çevrenizdeki herkesin yok olmayacak ve başka insanlarla platonik ilişkilerinizi devam ettireceksiniz. Yani romantik bir ruh eşiniz olsa da bu başka yoldaşlarınız olmayacağı anlamına gelmiyor. Burada bu görünüş olarak masum olan bu argümanın bazı diğer ilişki dinamiklerini kötü ışık altına itmesinin yanı sıra daha farklı ve kapsamlı bir etkisi daha olduğunu düşünüyorum : Şiddet faillerine çok güzel zemin hazırlıyor.

Ruh eşinizi bulunca ne olacak? Sadece o kişi "en"iniz mi olmalı? Birbiriniz için mi yaratıldınız? Bu durumda size zarar verirse ne yaparsınız. Açıkçası hayatınızda illa bir numara yerini doldurmanız gerekiyorsa, kendinizi koymanız sizin için belirsiz bir ruh eşi oraya yerleştirmekten daha fazla yarar sağlayabilir. Ruh eşi ve birbiriniz için tek olma argümanlarının failler tarafından defalarca kelepçe gibi kullanıldığını duymuşumdur. Siz yarım değilsiniz ki başkası sizi tamamlasın. Siz kendiniz biriciksiniz, bunu unutmayın.

Bu argümanın kişiyi savunmasız bırakmasının yanı sıra, aşkın yüceltilip platonik duyguların ezilmesinin bir başka sonucu da kişinin yalnızlaştırılmasıdır. Bu tarz durumlarda yardıma erişmesini engelleyen bir nokta da burası. İşin güç dinamikleri ve topluluk dayanışması boyutu bir yana, bir hayal uğruna var olan bağlantıların hiç sayılması cidden üzücü ve kalp kırıcı. Bir ilişkiyi yüceltmek için diğer ilişkilerinizi yerme ihtiyacı duyuyorsanız ilk ilişki ne kadar kutsal ve yüce olabilir ki? Aksine diğerlerinden daha maymun iştahlı olduğunu göstermez mi diğer ilişkilerle var olamaması? O kadar büyük bir tehdit mi cidden aşkın karşısında arkadaşlık bağları?

Başka bir açıdan bakacak olursak, neden aşk ve arkadaşlık bir arada var olamaz? İnsanların çoğu bu iki dinamiğe çok keskin sınırlar veriyor ve bunu anlamlandıramıyorum açıkçası. Çok sevdiğiniz o kişi sizin arkadaşınız da değil mi aynı zamanda? Birisiyle önce arkadaş olup sonra neden sevgili olmak tabu olmalı? Bu hisler cidden bu kadar keskin sınırları olan duygular mı? Hepsi günün sonunda sevgi değil mi?

Sevgiyi başkalaştırma çabası hem aşka yücelik eklerken, arkadaşlığı da bir noktada “sıradan”laştırıyor. Aşkı heteronormatif ve tek eşli görüp, devamında saflık kültüründen (purity culture) de etkilenerek insanlara, özellikle kadınlara bir hayal satıyor olabilir miyiz? Şahsen ben toplumun aşkı kadınlara sunuş şeklinin temelde çok göz boyayıcı olduğunu düşünüyorum. “Birisi gelecek, bu insan seni sen olduğun gibi görecek. Sana kendine denk davranacak, çünkü siz bir bütünün iki yarısısınız. Şimdi birleştiniz ve eşitsiniz. Böyle başka birisi olmayacak, zaten siz birbiriniz için yaratıldınız.” Aşk, sanki kadının erkekle tek aynı zeminde olabileceği bağlam olabilirmiş gibi bir yaklaşım var ortada. Gündelik hayatta sürekli baskılanan ve objeleştiren kadınların insan olarak var olabilmeleri için bir erkekle karşılıklı aşk denen bağı kurmaları gerektiği ve devamında toplumun onlara biçtiği yolu yürümeleri gerektiği mesajı kırmızı kurdelelerle ve güllerle süsleniyor. İçinde bulunan duygulardan bağımsız olarak bile aşk denen şey uzaktan izleyen ben için kendini böyle gösteriyor. Bu sadece kadınlar için böyle değil, her türlü azınlığı da kapsıyor.

Amatonormatiflik üzerine bir video* izlediğimde konuşanın dokunduğu bir yer vardı. Kuir aktivistlerin en başta kimlikleriyle var olma haklarını kazanmak için “sevme hakkı”nı masaya koyduklarından bahsediyordu. Dediğine göre Amerika’da kuir aktivizmin ve dayanışmanın ilk güçlendiği zamanlarda kuirler kendilerini daha kabul edilebilir kılabilmek için “Biz de sizin gibi seviyoruz, kimi sevdiğim ne fark eder. Love is love.” demişler. O klasik love is love sloganı da buraya dayanırmış ve bu strateji cidden başarılı olmuş, eşcinsel evliliklerin izini meclislerde masaya yatırılmaya başlamış. Anlatımı yapan kişi, kuirlerin en başta kendileri olarak hayatta kalabilmek için heteronormatif bakıştan uzaklaşmalarını tek eşlilik çercevesi içerisinde sunarak uzlaşmaya çalıştıkları yorumunu yapıyordu. Ki doğrudur, aktivizmde bu bir yaklaşımdır — burada sorun hayatta kalmaya çalışan kuirlerden çok ikna edilmeye çalışılan çoğunluk. Kuirlerin bu pazarlığı bana aşkın ne kadar bağlamsal değiştiği ve şekillendiğini de tekrar fark ettiriyor. Dediğim gibi aşkın sadece biyolojik etmenlere sahip olduğunu düşünmüyorum. Arkadaşlık arasındaki farklarını sorgulamam da bundandır, aşk insanların düşündüğü kadar yüce olsaydı, kendi başına etkilenmeyen ayrı bir yapı olmasını beklerdim.

Tabii aşkın yüceliğini sorguladıkça arkadaşlığın bu süreçte nasıl alçaltıldığını da konuşmak gerekiyor. Arkadaşlar için onlar gelip geçer, çok arkadaşın olur ama bir kısmı sadece çevrende derler.

“Evlendin mi, düzenli ilişkiye mi girdin? Artık arkadaşların o kadar da önemli değil. Zaten arkadaşlar gelip geçmez mi? Hayatındaki en önemli önceliğin partnerin.”

Arkadaşlık mertebesinin sınırı tam olarak nerede başlıyor ve nerede bitiyor bunu çok merak ediyorum. Bu benim tam cevap verebileceğim bir soru değil çünkü. Yakınlık seviyeme göre arkadaşlarımla olan sınırlar oynuyor. Arkadaşlarımın istekleri ve benim dileklerim de önemli bu sınırların çizilmesinde. Lakin bu ilişkiler ikili ilişkiler. Bu bağda ben ve arkadaşım var. Arkadaşımın sevgilisi olunca bir anda garip bir şekilde bu ilişkide 3 nokta oluyoruz. Tam tersi belli olacak ki çerceveden dışarı. Neden sevgililik/partner bağı arkadaşlarından doğru düzgün etkilenmiyorken arkadaşlık dinamiklerinin hepsi birisi sevgili edinince değişiyor? Neden arkadaşlık sevgililik karşısında bir şey ifade etmiyor? Arkadaşlığımın sevgililik makamından daha az ağırlığı olmasını anlamlandıramıyorum. Arkadaşım olunca birisi, o kişiyle hayatım boyunca konuşacağımı varsayarak hayatıma katıyorum – çünkü arkadaşımı seviyorum ve değer veriyorum. Varlığı beni mutlu ediyor ve bu yüzden bu insan hayatımda yer edinmeli diye düşünüyorum. Bir başka arkadaşım olunca ilk arkadaşımın hayatımdaki yeri yok olmuyor, yolda geride kalmıyor. O yüzden kişinin hayatına yeni gelen eklentiyle beraber arkadaşlıkların öneminin azalmasını anlamlandıramıyorum. Bu işin lojistik kısmını aklım almıyor. Belki otizmden, belki başka bir şeyden ama açıkçası aşkın yüceliğini de kutsallığını da göremiyorum, Sevgiyi neden sıralamamız ve değer biçmemiz gerektiğinden emin değilim. Emin olmadığım gibi bu davranış tepede bahsetmiş olduğum gibi insanların destek ve dayanışmaya ulaşmasını zorlaştırıyor. Bu konuya derinlemesine inmek adına bir senaryo verecek olursak :

“Partnerinle aranızda sorun mu var? Ama o senin diğer yarın, olur arada öyle. Erkek değil mi? Arada olur erkeklik işte. Kocan sonuçta, ne yapacaksın bırakıp gidecek misin? Arkadaşına mı dert yakınmak istiyorsun? Ama o arkadaşın. Eşinin özelini mi anlatacaksın, eş ile arkadaş farklıdır. Eş dediğin hayatının sonuna kadar yanında. Arkadaş öyle mi? Zaten diğer arkadaşların da evlendi, bak çocuk bekliyor birisi. Diğerinin yeni doğan oğlu var. Senin derdinle mi ilgilensin bir de? Arkadaşsınız sonuçta, eşin gibi değil ki.”

Toplumun pazarladığı ideal heteronormatif ve tek eşli aşkın devamında bir evlilik hedefi bulunuyor. Aşkın dokunulmazlığı bu senaryoda insan görülebilmek için “o” kişiyi arayan kadınları yanlız kılıyor. Bir hayalle gözlerini boyayıp, sonra da yardım yollarını arkadaşlığın değerini alçaltarak kesiyorlar. Aşkın tek olması ve diğer insanlar tarafından dokunulmaz olması fikrinin özellikle burada çok zararı olduğuna inanıyorum. Ayrıca bu tablonun buram buram saflık kültürü koktuğunu düşünüyorum. Çünkü bize sunulan aşk ideasında sadece bir kişi var, bu bi kişi ile sadece başarılı olacaksınız. Ya da bir çok kişi ile deneyip olmasa da size özel olan o bir kişi ile sonunu bulacaksınız. Bu fikirlerin ortak olarak cinsel bağlamda alt anlamda bir saflık koşulu ile birlikte geldiğini siz de görebilirsiniz. Bu bağlamda saflık bir anda “o” kişiye adanacak bir adak halini alıyor. O kişi geldiğinde ona sunduğunuz cinsellik bakirelik üzerine yazılıp çizilen kişi bedenini objeleştirici her miti alttan desteklemeye başlıyor. Başlangıç olarak hayatınızın her döneminde o yaşınıza özel aşk üzerine yazılan oynanan medyalar bu stereotipleri tespit etmek için bir araç olabilir. Lakin sadece şu anda düşünmeye başlayarak yüce ve kutsal denilen aşkın aslında düşündüğünüz kadar dokunulmaz olmadığını fark edebileceğinizi düşünüyorum.

Aynı şekilde hayatınızda arkadaşlığın yerini ve ağırlığını sorgulamak bence herkesin yaşaması gereken bir süreç. Şahsen, aşkın gücüne de yücüne de kutsallığına da inanmıyorum. Arkadaşlarımın biricik olduğunu düşünüyorum. Bana kalırsa sevginin makamlarına gerek olmamalı. Günün sonunda hepsi sevgi ve hepsi yeterli.

*video : is love a social construct - oliSUNvia